Havanın sağnak yağışlı olduğu bir gün eşim evden iş için çıktı
Kafamda bin bir türlü olumsuz düşünce dönüp duruyordu. Belki de bu hava şartlarında yola çıkmaması gerekiyordu diye düşündüm. Ama iş hayatı, bu tür hava koşullarını dikkate almıyordu. Telefonumu elime aldım, onu aramak istedim, ama vazgeçtim. Arayıp daha çok endişelendirmek istemedim. Zaten dikkatli olmasını söylemiştim. Ama yine de içimdeki huzursuzluğu yatıştıramıyordum. Bu huzursuzlukla evde dolaşmaya başladım. Salonun içinde bir o yana, bir bu yana giderken, yağmurun şiddeti azalmıyordu. Kalbimdeki tedirginliği bastırmak için televizyonu açtım, ama hiçbir şeye odaklanamıyordum. Aklım sürekli eşimdeydi. Dışarıda bu kadar kötü bir havada, yolların ne durumda olduğunu merak ediyordum. Bir an, onun arabasının kaza yaptığını hayal ettim ve içim ürperdi. Bu düşüncelere daha fazla dayanamayacağımı anladım. Derin bir nefes alıp, yakın arkadaşım Fırat’ı aramaya karar verdim. Fırat, her zaman mantıklı ve sakin bir insandı. Ne zaman bir konuda endişelensem, onunla konuşmak beni rahatlatırdı. Telefonu açtığımda, Fırat’ın her zamanki rahat sesi yankılandı: “Naber dostum, erken aradın bugün, hayırdır?” Ona durumu anlatmaya başladım, eşimin bu kötü hava şartlarında işe gitmesinden endişelendiğimi söyledim. Fırat, önce bir süre sessiz kaldı, sonra sakin bir sesle, “Anlıyorum, ama fazla kuruntu yapıyorsun. O dikkatli bir insan, merak etme,” dedi. Ama benim endişem dinmiyordu. Fırat, benim bu halimi görünce, hemen bir plan yaptı. “Biliyor musun,” dedi, “seninle bir kahve içelim, biraz sohbet ederiz, kafan dağılır. Sen evde durdukça bu endişen daha da büyür.” Bu fikir bana iyi geldi. “Tamam, Fırat,” dedim, “geleyim o zaman.” Yağmurluk montumu alıp, evden çıktım. Yağmur hala şiddetliydi, ama dışarı çıkmak, evde o tedirginlik içinde oturmaktan daha iyi hissettirdi. Fırat’ın evine doğru yürürken, yağmurun altında ıslanmak bile bir anlamda beni sakinleştiriyordu. Sanki her adımda içimdeki endişe hafifliyor, yağmur damlalarıyla birlikte akıp gidiyordu. Fırat’ın kapısına vardığımda, kapıyı hemen açtı. Güler yüzlü ve her zamanki rahat haliyle beni içeri buyur etti. “Gel bakalım, bu havada senin biraz rahatlaman lazım,” dedi. İçeri geçtik, sıcak bir kahve hazırladı ve karşılıklı oturduk. Fırat, sohbeti başka konulara çekti. Eskilerden, komik anılardan bahsetti. Onun bu rahat tavırları, yavaş yavaş benim de sakinleşmemi sağladı. Eşimin güvenliğini düşünmekten biraz olsun uzaklaştım. Tam o sırada, telefonum çaldı. Ekrana baktım ve eşimin aradığını gördüm. Bir an kalbim hızla çarptı, ama hemen açtım. “Merhaba canım,” dedim. Sesinde bir rahatlık vardı. “Merhaba, toplantı bitti ve yola çıktım. Her şey yolunda, merak etme,” dedi. İçimden büyük bir taş kalkmış gibi oldu. Ona iyi olduğunu duymak beni derinden rahatlattı. Telefonu kapattıktan sonra, Fırat’a döndüm ve “İşte bu kadar,” dedim. O da rahat bir şekilde gülümsedi, “Sana demiştim,” dedi. O gün, yağmurlu bir havada içimi kemiren o tedirginlikle başladığı halde, arkadaşımın desteği sayesinde huzurla sona erdi. Fırat’a, yanımda olduğu ve bana sakinliğini aşıladığı için minnettardım. Hayatta böyle dostların olması, en zor zamanlarda bile insanı ayakta tutan şeydi. Ve ben o gün, yalnız olmadığımı, sadece yanımdaki insanlarla değil, dostlukların da bizi hayatta nasıl güçlü kıldığını bir kez daha anladım.